Dünya’nın aşırı büyüyen nüfusu ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kontrol edilemez çevre kirliliği sonucunda, Mars’ın yaşanabilir bir bölge olması için çalışmalar başlamıştır. İlk nesil androidler yüzeye gönderilmiş ve Mars’ı insan yaşamına uygun habitatlar olarak şekillendirmiştir.
Sene 2046. Dedektif Ross Sylibus, Chicago’dan Mars’a atanmış. Yeni görev yerine teslim olmak için gittiği mekikte, ünlü bir Country sanatçısı olan Kelly McCannon ile yol almaktadır. İşin enteresanı, hanımefendi aynı zamanda evrendeki son Country’cidir.
Mekik indikten sonra asıl karakterimiz olan Armitage ile tanışmak üzereyken, bir saldırı olduğunu anlarız ve Kelly’nin öldürüldüğü anlaşılır. Cinayeti işleyen kişinin peşinden gitmek fayda etmez, ellerinden kurtulur. Bu arada cesedi inceleyen Ross, o ünlü sanatçının aslında bir android olduğunu fark eder.
Şimdi elimizde tüm Dünya’nın sevdiği ama android olduğunu gizlemiş bir sanatçı, onu öldüren soğukkanlı bir katil ve bu yumağı çözmek için iki dedektifimiz var. Bakalım işler nereye kadar gidecek?
Tabi bu arada konu “üçüncüler” olarak anılan bir android nesline, üçüncülerin sürekli kadınlardan oluşmasına ve oradan da insanlarla robotlar/androidler arasındaki ilişkilere kadar türlü çetrefilli hikayelere uzanacaktır.
Toparlamak ve geniş bir özet vermek gerekirse;
Elimizde “üçüncüler” ya da “üçüncü nesil” olarak anılan bir robot türü var. Sonradan bu neslin onaylanmış son android serisi olduğunu ve mevcut teknolojide insana en yakın grup olduğunu öğreniyoruz. Örneğin kahramanımız Armitage de bu nesilin bir üyesi. Onları öldüren kişinin de aslında bir robot olduğunu ve onun nesline de “assassinroid” dendiğini söylüyorlar. Üçüncü nesilin becerisi “doğum” kapasitesine sahip olması, assassinroid olanların özelliği ise özel bir zeka seviyesiyle donatılmış olması. Yani bu iki grup temelde diğer tüm android ve robotlardan farklı bir bilince sahip.
Toplam dört bölümlük bu OVA’nın ilk bölümünde Sylibus, Armitage ve cinayetler irdeleniyor. İkinci ve üçüncü bölümde robotlar, insanlar, tasarımlar ve ikisinin arasındaki benzerlik yakınlaşmalarına eğilinmiş. Son bölümde ise, artık üçüncülerin insan ve ilk nesil robotlar arasındaki yeri ve bulundukları noktanın önemi ile bir bağlantı kurularak kapanış yapılmış.
Açıkçası insanın ağzında “niye bitti ki?” şeklinde buruk bir tat bırakan Armitage III, Ghost In The Shell, I Robot, Blade Runner, Battlestar Galactica ve Battle Angel Alita’nın bize verdikleriyle aynı düzlemde bir sorgusalın içine çekiyor. Robotlara his gibi, annelik gibi, anlık kararlar gibi insani yetiler verilebilir mi? Verilebilirse uygulamaları sağlanabilir mi? Gelecekte insanlarla robotlar aynı parçalarla bütünleşebilecekler mi?
Açıkçası bu ve bu tarz yapımlara inanılmaz saygı duyuyorum. İnsanlığın ilerlemesi için fikren yardımda bulunan şeyler olarak, belki çok uzak geleceklerden bahsediyor olabilirler ama gene de kafamızda bir “acaba” sorusu bırakmaları bile kesinlikle övgüyü hak ediyor.
Mesela Armitage izlerken, esas karakterin bir robot olduğunu anlamanızı sağlayacak hemen hemen hiçbir ipucu olmadan konuya giriyorsunuz. Blade Runner ile gerçekliğini bir numara daha büyüttüğümüz ve Terminator serisindeki Skynet sistemi ile “olabilir” gerçekliğine çekildiğimiz doneler elimizde olmasına rağmen, anlık ve insansı tepkiler veren Armitage’nin benim kafamdaki karşılığı robotik uzuvlara sahip, geliştirilmiş bir insan olması (aynı Ghost In The Shell’deki Batou gibi) gibi bir şeydi.
İlerleyen bölümlerde teknik hiçbir detay verilmemiş olmasına rağmen, karşılaştırmalar ve karşılaşmalar ile onları tam olarak yanımızda görmek isteyeceğimiz dostlar gibi, sırtımızı dayayacağımız silah arkadaşları gibi kabul etmekten çekinmiyoruz.
Diğer yandan da izlediğimiz parçalarda insanların robotlara/androidlere olan düşmanlıklarının yanında, artık alışılmış hayatın bir getirisi olarak onları kullanımdan nasıl kaldıramadıklarını görüyoruz. Kısacası “ikiyüzlü” insan ruhuna göz atıyoruz. Evet, belki insanlar androidlerle aynı klasmanda görülmek istemiyorlar, belki onlarla olan üstünlük mücadeleleri bir tanrısallık hissi veriyor ama unuttukları şey onları kendilerinden akıllı, güçlü ve dayanıklı olmak için icat etmiş oldukları gerçeği.
İnsanlar hiç utanmadan bu androidleri günlük işleri, ellerini kirletmek istemedikleri pislikler ya da seks gibi türlü emellerine alet ederken onlardan gelişmemelerini, sadece itaat etmelerini istiyorlar ama asıl yarattıkları şeyin bir metal yığınından fazlası olduğunu görmek istemiyorlar.
Son bölümde anlatılan “androidin yaratılması için insan, insanın mücadelede öne geçmesi için android” gerekliliği de başlı başına bir kitap doldurabilir.
Armitage’nin bir ruhu olduğunu düşünmesi, bilmesi, istediği cevapları alamadığında kırılganlaşması, bir sorun gördüğünde android olmanın verdiği gücü sonuna kadar kullanması ve cevap veremediği ya da anlamlandıramadığı yerde aynı bir insan gibi üzülmesi, aslında bir noktada bu çalışmanın dayanak noktası olarak karşımıza dikiliyor.
Tabi bu kadar övdükten sonra, keşkeleri de yazmak lazım.
Keşke sadece dört bölüm değil, daha uzun bir çalışma ile karşı karşıya olabilseydik. 4 bölümde anlatılan hikaye, aslında daha en azından 3 ya da 4 bölüme daha uzatılması ve açıklanması gereken detaylar içeriyor.
Keşke Sylibus ile Armitage’nin ilişkisini, üçüncülerin teknik ve teknolojik bileşenleri açısından da anlatmış olsalardı. Böylece hamilelik, annelik hisleri ve bağlılık açısından da konuya bakış atabilseydik.
Keşke Sylibus’un androidlerle olan ilişkisini ara detay olarak değil, eşinin ölümünün öncesi ve sonrası olarak görüp karşılaştırabilseydik.
Keşke dördüncülerin adından çok, kabiliyet ve üçüncülerle aralarında olan asıl farklarla izleyebilseydik.
Keşke tüm bu olayları, birkaç farklı nesil android ya da insan gözünden görebilseydik.
Görüldüğü üzere akılda kalan çok fazla soru var ama bilimsel düşünceleri konu alan hemen hemen tüm yapımlarda karşımıza çıkan temel sorun da budur. Henüz cevabına ulaşamadığımız soru ve sorunların cevaplarını üretebilecek hayal gücümüzün olmayışı. Tabi ki insan nihai bir cevaba ulaşmak istiyor, bu da zaten insan, android, yaratım ve dinsel bilinç gibi ucu bucağı olmayan bir boşlukta sallanmamızın asıl sebebi.
Armitage III’ü bilim kurgudan hoşlanıyorsanız kesin izleyin, hoşlanmıyorsanız da denemeden geçmeyin. Kaçırdıklarınız, boşverdiklerinizden kesinlikle daha fazla çıkacaktır.
Bölümler:
Electro Blood |
Flesh & Stone |
Heart Core |
Bit of Love |

“Hoşuma Giden Şeyler”in kralı… Dededen Beşiktaş taraftarı… Anime izler, altyazılarla uğraşır.