İnsanlığı yeniden yaratma şansınız olsa, Adem ile Havva olmayı göze alabilir miydiniz?
NOT: Kafadan spoiler içerir.
Uzun süre hemen herşeyden uzak kalınca -askerlik işte-, ister istemez bir birikim yapıp saldırıya geçmek gerekiyor. Bir süredir yardırmış biçimde anime izlerken, hep aklımda olan ama nasılsa sonunu izleyemeyeceğim bahanesiyle geri attığım Guilty Crown’a girdim. Bitirmeden de çıkamadım.
Seri bir shounen, aklınız karışmasın. Süper güçler, güzel çıtırlar, sert erkekler, bilim kurgu, romantizm ve sair. Ne lazımsa mevcut.
2029 yılının yeni yıl arifesinde meydana gelen bir kaza sonucunda Japonya yıkılır. “Apocalypse Virus” denilen bir hastalık, ülkeyi bitme noktasına getirir. Bu olayın olduğu döneme de “Lost Christmas” adı verilir. -Çünkü yılbaşı kutlanamadan hemen önce yıkım geliyor, olaya “kayıp yılbaşı” demeleri makul-
Ekonomisi başta olmak üzere hemen her yönden sorunlarla karşı karşıya kalan Japonya, diğer dünya ülkelerine zorunlu hale gelir. İnsanlarının üstün çabaları ile, bu karmaşıklıktan kafalarını kaldırabilmeleri 10 senelerini alır. 10 sene sonra ise, hikaye bizi kahramanımız ve düşmanımızla karşılaştırır.
Şimdi öncelikle şunu anlatmak daha yararlı olacak galiba: Guilty Crown’u izlerken anlayacaksınız ki, seri aslında 22 bölümlük tek bir diziden fazlası. 11’er bölümlük 2 sezon demek daha doğru. 2 farklı sezonda, 2 farklı kahraman ve düşman mantıkları işleniyor. Belki karakterler aynı evet ama sembolize ettikleri hikayeler evrimleşiyor. Gerçi serinin de temelde insan evrimi üzerine olduğu düşünülürse, sorun yok demektir.
Hikayeyi devraldığımızda sene 2039. Lost Christmas’ın üzerinden 10 sene geçmiş, devlet Apocalypse Virus ile ilgilenmesi için GHQ birimini -Government Headquarters- kurmuş ve ardından yönetim GHQ’ya devredilmiş. Politika sistemi kalkmış, yerine GHQ’nun kontrolü altındaki başkanlık sistemi gelmiştir. GHQ ise sınırlarını düzenli olarak aşmış ve gizli kapaklı olarak virüsten etkilenen ne kadar hasta varsa tecrit etmektedir. Bunlardan haberi olmayan insanlar da düzene dönmeye çalışıyorlar. Bu düzen yanlılarından bir tanesi de Ouma Shu, sakin kahramanımız.
Shu okulda sakin, ailesinden ayrı -babası vefat etmiş, annesi başka bir şehirde çalışıyor-, sessiz bir çocuk. Bir gün şans eseri karşılaştığı Inori -ki diziye Egoist grubunun vokalisti olarak sokulması ama grubun hiç bir olayının olmaması enteresan- ile konuşurken GHQ elemanlarının tacizine denk gelir ve Inori’yi kaybeder. Tek kazancı, kızın yanında taşıdığı tüpü almış olmasıdır. Ne olduğunu bilmediği bu tüp, aslında ona çok özel güçler verecek bir genomdur. Bu güçler, dizinin devamında da açıklanacağı üzere “Ability of King”, yani kralın yeteneği olarak geçiyor.
Terörist olarak görülen ama aslında GHQ’nun kontrolsüz saldırganlığına direnen bir grup olan Undertaker’lara yaklaştığı sırada, Shu’nun cebindeki genom şişesi kırılır ve onu bir “Void” haline getirir. Void’in özelliği, insanların yüreklerinde ne varsa, onu maddeleştirebilmeleridir. Inori’den bir kılıç -benzetmeler yapıyorum-, bir başkasından yara bandı, bir diğerinden makas gibi özellikler alabilir. Tabi bunları görmek lazım. Adamlar güzel çizmişler.
Arada sadece ufak bir sorun kalıyor böylece: Inori o genomu neden çaldı ve aslında kim için kullanılacaktı?
İşte bu soruyu sorduğumuz sırada da Gai ile karşılaşıyoruz. Undertakers’ın lideri.
Tam bu karşılaşmadan itibaren, dizinin ortasına kadar giden bir “ilk perde” durumu var. 2 sahnelik oyunun ilkinde Shu’nun insanları anlamaya çalışması ve kahraman gördüklerine baktığında gördüğü kibirden tiksinmesi anlatılırken, ikinci perdeye geçtiğimizde kahraman olmak için kibirine yenik düşen, manipüle edilebilir bir çocukla karşılaşıyoruz.
İlk bölümde dizinin tabanını (ilk yarı), ikinci bölümde ise (ikinci yarı) asıl seriyi izliyoruz demek daha doğru olacak. Yani ilk kısım çok uzun bir sinema filmi olarak ayarlanıp, seri 13 bölüme indirilebilirmiş diyebilirim.
Peki neden sevdim? Öncelikle Evangelion’u çok beğenmiş birisi olarak, Guilty Crown’un modern Evangelion olduğunu belirtmem lazım. Karakterimiz silik, korkak, kırılgan hayatını severek yaşayan, eline geçen fırsatları değerlendiremeyecek kadar ürkek bir portrede olduğundan Ikari Shinji’nin aynısı.
Bütün bu mevzuların arkasındaki adam ihtiraslı ve sonuçları, çözümleri ve olacakları görmek için etrafındakileri harcamaktan çekinmeyen Ikari Gendou ile örtüşüyor.
Olayların çözümünü saklayan ve klonlanarak büyütülmüş olan Ayanami Rei portresi de aynen Inori’de var.
Üvey anne sevgisi anlatımı için de Katsuragi Misato’yu koyalım. Daha fazlasına gerek var mı?
Endlave’ler var. İnsan operatörleri olan robotlar.
Hatta bir de işin içine Nagisa Kaworu, Akagi Ritsuko, Asuka Langley ve Horaki Hikari bile giriyor. O derece benzeşen kişileri serpiştirmişler.
Evangelion dışında, yeni çizim tekniklerini ve süper güçleri zaten temelden beğenen bir adamım. Hele ki bunları iyi harmanlamış bir anime ise, değmeyin keyfime.
Bunun dışında, çok uzun süredir -Angel Beats’ten beri- tüm müziklerine bayıldığım bir anime albümüyle karşılaşmamıştım. Hep birkaç şarkıdan sonra bozuluyordu. Guilty Crown’un tüm albümlerini dinledim ve boş şarkı yok gibi bir şey diyebilirim. Kaldı ki 11 albümden 8’ini dinlediğime göre, ortalamasını siz düşünün. Zaten müzikler Sony etiketli.
Inori’nin kendinden emin kayboluşları, seçtiği tarafın harekete geçmesi için yaptığı hamleler bile iyi tasarlanmış.
Vahşet dozu da çok iyi ayarlanmış diyebilirim. Tabi ki bir çocuk serisi değil ama sürekli ortalık kan gölüne de dönmüyor. Ölümler, yaralamalar ya da kazalar bir şekilde hikaye gidişatından kaynak buluyor. Durduk yere kan akıtılmamış.
Bir de son olarak, dizi ikinci kısıma geçtiğinde o kadar değişiyor ki, görmeden anlayamazsınız. Bir kere ilk kısımda sorduğunuz tüm soruların cevabı geliyor. Anlatılmamış ama sekansları bağlayan yeni hikayelerle de bütünleşiyor. Böylece bir anda sürüyle hikaye, aynı karakterlerin etrafında şekilllenirken Guilty Crown tekrar tekrar kendisini keşfetmeye başlıyor. Tasarımcının eline sağlık.
Sağda solda incelemelerine biraz baktım, herkes “çok sıradan”, “çok sığ” ya da “zaten daha önce yapılmıştı” demiş durmuş ama elle tutulur bir inceleme bulamadım. Bence mutlaka ama mutlaka izlenmeli ve “ben anime izliyorum” diyebilmek için denenmeli.
Bu arada dizide erkek karakter olarak Shu, hatun karakter olarak Ayase diyorum. İkisi de tam olması gerektiği gibi.
Bölümler:
Genesis (Outbreak) | |
Survival of the Fittest (The Fit) | |
Void-Sampling (Phanerosis) | |
Flux (Indecision) | |
A Preparation (Training) | |
Leukocytes (Cage) | |
Temptation (Round Dance) | |
Courtship Behavior (Hot Summer Day) | |
Prey (Predation) | |
Retraction (Degeneration) | |
Resonance (Sympathetic Vibration) | |
The Lost Christmas (Rebirth) | |
Isolation (School) | |
Election (Turbulence) | |
Sacrifice (Confession) | |
The Tyrant (Kingdom) | |
Exodus (Revolution) | |
Dear… (Vagrants) | |
Rebirth (Atonement) | |
A Diary (Remembrance) | |
Emergence (Eclosion) | |
Convergence (Prayer) |

“Hoşuma Giden Şeyler”in kralı… Dededen Beşiktaş taraftarı… Anime izler, altyazılarla uğraşır.